top of page

Michelangelo, Leonardo ve Raphael İstanbul'daydı


MSGSÜ Tophane-i Amire KSM'deki "The Great Masters" sergisinde 16. yüzyıl İtalya'sını ve Rönesans çağını, üç büyük usta olan Michelangelo, Leonardo ve Raphael'e ait resim, heykel, mimari ve teknik araçlar üzerinden yeniden tasarlamaya çalışılmıştı. Sergide ön planda görsellik ve bunun geliştirilmesi dikkati çekiyordu. Rönesans'ın, kavramsal olarak yeniden doğuşu temsil ediyor olması, sanatta ve bilimde gerçekleşen ilerlemenin çeşitli şekillerde toplumda göz önüne serilmesi ve dolayısıyla insanlığın bu yeniden doğuşa tanıklık etmesini gerektirir. Herhâlde bu yüzden serginin girişinde sağdaki Medya Odası'nda gösterilen kısa filmde insan gözüne odaklanılarak "görme"nin bir tür zaman makinesi işlevi olduğundan bahsedilmekteydi. Büyük ustaların gördükleriyle aynı şeyi görüyor olmak insanlığın görsel hafızasını zenginleştirmekte ve belki de henüz görülmeyeni geliştirmeye katkı sağlamaktadır. Bu açıdan serginin ana tema olarak görselliği seçmesi, her ne kadar temel bir fikir olan zaman içinde değişmeyen görüntünün farklı kimselerce algılanmasının "zamanda yolculuk" olarak ele alınması söz konusu olsa da, kaydedilmiş bilginin değerini bu şekilde ziyaretçiye sunmak serginin çekiciliğini artırmaktaydı. Medya Odası'nın hemen karşısındaki Zaman Çizelgesi bölümü de bir o kadar ziyaretçiyi düşündürmeye yönelikti. Çizelge'de üç ustanın doğumlarından ölümlerine kadar geçen süre zarfında meydana getirdikleri belli başlı eserlerin ve hayat çizgilerinin kesiştikleri dönemlerin gösterilmesi haricinde, Batı dünyasının geçirdiği sosyo-politik açıdan ilerlemeci evrimsel süreç de başlıklar hâlinde belirtilmişti: Rönesans, Mutlak Hükümdarlar Çağı, Aydınlanma Çağı, Sanayi Çağı ve 20. Yüzyıl. Bu kronolojide dikkati çeken, üç ustanın da hayat çizgilerinin ölümleriyle son bulmayışıdır. 20. Yüzyıl ibaresinden sonra çizelgenin kapladığı duvarın yüzeyi son bulsa da o üç çizgi sanki sonsuza dek var olmaya, başka bir deyişle ustaların ve/veya yaptıkları işlerin yaşamaya devam edecekleri mesajı verilmek istenmekteydi. Elbette söz konusu Rönesans olduğu için, bilimdeki gelişmeleri de Zaman Çizelgesi'nde işaretlemek tutarlı bir davranış olmuş: 1455 Gutenberg matbaa, 1512 Copernicus, güneş sistemi modeli, 1839 Daguerre?daguerreotype, 1907 Lumiere kardeşler?ilk renkli fotoğraf. Bunlar da yine görsellikle ilgili gelişmeler olmakla birlikte Copernicus dışındakiler görüntünün insan eli değmeden teknik aletler aracılığıyla en nesnel şekilde kaydedilmesi ve geleceğe aktarılması üzerine olan gelişmelerdir.

Rönesans sanatının görsel alandaki üç ana öğesi olan anatomi, perspektif ve ayna, Michelangelo, Leonardo ve Raphael'in işleri üzerinden örneklendirilmişti. Michelangelo'nun Sistin Şapeli'ndeki freskleri ve Davud heykeli ile teknik olarak insan anatomisini detaylıca resmetme ve tekrar şekillendirmedeki ilerlemeyi anlatmaktadır. Davud'un başı ve ellerinin vücuduna göre biraz orantısız olmasının sebebi bu figürde vurgunun bu uzuvlara yapılması olarak değerlendirilebilinir. Yine anatomi konusunda Leonardo'nun yaptığı çizimlerden bahsetmek gerekirse evindeki kadavra odasını es geçmemeli. Bu da ustanın çok yönlülüğünün sadece bir kısmını kanıtlar nitelikte kalıyor. Sergideki duvara büyük boy ve insan figürsüz olarak monte edilmiş Vitruvius İnsanı çiziminde ziyaretçiler kendi vücutlarının oranlarını ölçebiliyorlar. Hatta biraz eğlenmek isteyip fotoğraf makinesini düşük enstantane ayarına getirerek çizimin önünde kollarını açıp kapayarak Vitruvius İnsanı olmaya çalışanlar gözlemlenmişti. Perspektif alanındaki gelişmeyi belki de en iyi anlatan Raphael'in Atina Okulu freskidir. Bunun sebebi, antik çağdan bilinen filozofları öbek öbek yerleştirdiği yapının kenarlardan başlayarak merkeze doğru gidildiğinde gerçek hayatta olması gerektiği gibi küçültülerek gösterilmiş birbirini tekrar eden mimari parçalardır. Gerek kemerler, gerekse koridorda duvarlara yapışık gibi duran sütun ve heykellerin detayları freskin merkezine yaklaştıkça gözle seçilemez hâle gelmektedir. İşte bu da iki boyutlu yüzey üzerindeki görüntüye üç boyutluluk kazandırmakta ve derinlik hissi vermektedir. Leonardo'nun ilgi çekici çeşitli modellerinin yanı sıra yine kendisinin geliştirip kullandığı perspektografı denemek bir bakıma ziyaretçinin kendini ustanın yerine koymasına olanak sağlamış oluyordu. Küçük delikten bakıp gerçek görüntüyü camın üzerine olduğu gibi çizmek perspektifi daha etkin kullanmayı kolaylaştırmıştır. Ayna hakkında yine Leonardo'nun geliştirdiği Aynalı Oda'dan bahsetmeli. Her dik yüzeyi ayna ile kaplanmış olan bu sekizgen odanın içinde Leonardo kendi vücudunun tek bir bakış açısına sahipken göremeyeceği kısımlarını inceleyip çizermiş. Bu odaya "Ressamların Ustası" demek de kendi fikriymiş. Belki de sergideki görsellik temasına ziyaretçiyi katmanın en eğlenceli yolu Aynalı Oda'yı sunmaktı.

Bu sergi için seçilen mekân hakkında da bir saptama yapılması gerekiyor. Tophane-i Amire bir 15. yüzyıl yapısı olduğundan, Rönesans'ın büyük ustalarının yaşadıkları yıllara paralel bir zamandan beri varlığını sürdürmektedir. Belli ki küratörler Rönesans ve devamında gerçekleşen Batı'nın kendisini ve dünyayı keşfettiği dönemlerde "Doğu"nun belli başlı merkezlerinden birine dönüşen İstanbul'da bu yapıyı seçmeleri bir tesadüf değil. Sergi aracılığıyla Doğu ve Batı'yı yeniden, Rönesans öncesinde mevcut olmayan ikili ayrımın ışığında buluşturma amacı güdülmektedir. O dönemdeki Osmanlı sanatçı ve mimarlarına ait çalışmalara küçük bir bölüm ayrılmasının sebebi bu olmalı: çağdaş eserlerle bağlantı kurmak. Sergi için Osmanlı'ya ait bir mekân seçimi ve Osmanlı çalışmalarına yer verilmesi gözden kaçırılmaması gereken noktalardan birisiydi.

5 views

Recent Posts

See All
bottom of page