top of page

St. Petersburg


Aylardan Haziran’dı. Gecelerin geç olmaya başladığı günlerdi. St. Petersburg’daydım. Dostoyevski’cilik oynamak için ilk durağım Nevsky Prospekt olmuştu. Uçsuz bucaksız geniş bir bulvardı bu. Şehir planlamasında Paris etkisi burada göze çarpıyordu.

Yanda yörede Çar Büyük Petro’nun, bizim Deli dediğimiz hani, 18. yüzyılda Hollanda’dan görüp uygulamaya geçirdiği kanallar mevcuttu. Saray Meydanı’nda Alexander sütunu, köprüden olabildiğince geniş açıyla St. Petersburg. Daha fazla kanal ve botlarda gezen turistler. Haziran ayı olması itibariyle şehirde bol bol gelin ve damat gezmekteydi. Çar Büyük Petro anıtında gözükmeyen bir yılan vardı. Atın kuyruğuna ve ayaklarına dolanmıştı ve Rusya karşıtı Avrupa ülkelerini sembolize etmekteydi.

Daha sonra Aziz İshak Katedrali neoklasik tarzıyla karşımdaydı.Yine katedralde bir ziyaretçinin erişebileceği en yüksek noktaya tırmandım. Kaç basamak olduğunu saymadım bu sefer. İşte kubbeden St. Petersburg’a baktım yine.

Yemek yediğim restoranın duvarında dünya yemeklerinin isimleriyle oluşturulmuş bir harita vardı. Sonra yemeğime bir serçecik ortak oldu.

Hediyelik eşya dükkânları St. Petersburg’da oldukça yaygın. Kalpakların üstündeki Euro işareti çok manidar gelmişti. Ama sonuçta bu da bir meta… Anlamını kaybetmemiş olmakla birlikte var olma alanı değiştirilmiş durumda. Matruşkaları Klimt ve Malevich resimleri ile süslü görmek beni çok heyecanlandırmıştı.

Aurora zırhlı kruvazörü, 1917 Ekim Devrimi’ndeki semboldür.

St. Petersburg Camii Semerkant örneğine bakılarak 1910’da yapılmış.

Hermitage Müzesi’nde Matisse’in “Dans”ını görünce göbeğim yerine gelmişti. Rusya’ya bunun için mi gittin diyeceksiniz. Yok canım! Ama en çok bundan etkilendim herhalde. Hermitage’dan çıkarken arkamda bıraktığım güzelim bahçeye iyi ki dönüp bakmışım.

Sıçramış Kanlar Kilisesi’nin neden bu kadar renkli olduğunu hiç çözemedim. Ortada bir çar veliahdının cinayeti söz konusu, ne düşünüyordunuz bu şenlikli mimariyi planlarken? Sıçramış Kanlar’dan çıkıp merkeze doğru ilerlerken sağımda bir giriş gördüm. Sarı boyalı bir avluya açılıyordu. Güneş alabildiğine gözümü alıyordu.

O gece şehir konservatuarının “Kuğu Gölü Balesi”ni izleme fırsatını yakaladım.

Ruslar’ın 1941-1945 arasındaki savaş olarak adlandırdığı İkinci Dünya Savaşı’nda St. Petersburg’un kuşatıldığı noktada inşa edilmiş olan anıt oldukça heybetliydi.

Şehrin biraz dışında Peterhof Sarayı’nı Petro bu kez Versailles Sarayı’na bakarak yaptırmıştır. Bahçesi birebir aynıdır. Alabildiğine yeşil bahçelerde insan kaybolabilir. Çeşitli su oyunları da düşünülmüştür.

Saat akşam 22.30 olmasına rağmen hava aydınlık ve insanın yorgunluktan uykusu gelmiş olsa bile işte bu aydınlık algısı yüzünden beyin vücudu uyanık kalmaya zorluyor… Beyaz geceler deneyimi herhalde bu olsa gerek.

6 views

Recent Posts

See All

Mektup: Düşüncenin Yolu

Okurcuğum, Dün trenle Leiden’dan Brüksel’e seyahat ediyordum. Camdan dışarı mahmur mahmur gelip geçen ağaçlara bakıp düşünüyordum. Uykuyla uyanıklık arasındaki o ince çizgide nereye ait olduğumu anlam

bottom of page