top of page

Rojin ve Perili Kent'te Namus ve Öteki üzerine


“Burada 'ha namus ha maydanoz!..' Bizim orada kurşuna dizerler insanı.” (Rojîn s. 65)

Geçen gün bakkal arkamdan 'Veresiye yok!' dediğinde, 'Bir komüniste vereyim de iflas mı edeyim dedi,' diye yakınıyordu.” (Perili Kent s. 76)

Bu alıntıları seçmemin nedeni, Suzan Samancı'nın Rojîn ve Perili Kent öykülerinde belirgin olan “ötekileştirme” olgusudur. Yazarın bilinçli olarak Kürt etnik kökenli karakterleri öykülemesi, bir anlamda okuyucunun konuya olayların içinden bakmasını sağlamak içindir.

Aslında iki öyküdeki ötekileştirilen kişi ve durum farklıdır. Rojîn'de bir gazetecinin evine temizliğe giden Rojîn’in annesi, büyükşehir olarak varsaydığım yerleşim birimindeki kadın-erkek ilişkisi ve namus kavramını kendi köyündeki töreye göre eleştiriyor. Yukarıda belirttiğim alıntıdan yola çıkınca Rojîn'in annesinin, gazetecinin eşinin hem kocasını hem de oynaşını, yani sevgilisini, idare etmesini tuhaf karşıladığı yorumunu yapabiliriz. Çünkü kendi köyünde öğrendiği kültür, namusun öyle hafife alınacak bir konu olmadığını, Rojîn’in başına gelenler arka planı üzerinden vurgulamaktadır. Töreye göre çıkarılabilecek sonuç, kadının erkeğine sadık davranmak zorunda olduğunu, aksi takdirde ölüme mahkûm olduğunu bildiğidir. Kadın-erkek ilişkisinde hâkimiyetin erkeğin elinde olduğunu Rojîn'in annesinin örneğin kocasından gizli Rojîn'e çeyizlik almasından, daha sonra imamın eşinin Rojîn'i istemeye geldiğinde durumu kocasına havale etmesinden, ondan dayak yemesinden, gençken sevdalısı yerine amcaoğlu ile evlendirilişi, ailede bir medeniyet işareti olarak okuma yazma bilenin yine erkeğin olmasından ve son olarak da elinde silahıyla erkek çocuğun “Namusumuzu temizlemek zorundaydım ana!” (s. 69) demesinden anlayabiliriz. Bu örneklerden yola çıkarak Rojîn'in köyünde kadının hiçbir söz hakkı olmadığını ve gazetecinin eşiyle olan ilişkisini eleştiren annenin “Burada 'ha namus ha maydanoz!..'” dediği şehri kendi köyünden soyutladığını fark edebiliriz. Sanki annenin gözlemlediği iki farklı dünya vardır. Birinde yumuşak başlı ve hoşgörülü erkeklerin oluşturduğu kocaların var olduğu şehir hayatı, diğerindeyse kadına zulüm eden erkeklerin hüküm sürdüğü töreyle yönetilen bir taşra hayatı. Rojîn'in annesinin öykünün en sonunda “İşte bizim durumumuz da böyle, Yazar Bey” (s. 69) derken anlatıcının derdinin bu yukarıda sayılanlar olduğunu düşünüyoruz.

Gelişmişlik ve az gelişmişlik meselesini bir kenara koyarsak, belki de Rojîn'de merak edilen ve tartışılan en önemli durum, namusun neden kadının üzerine yıkılan bir sorumluluk olduğudur. Ancak bu durum neden genel geçer bir yargı halinde toplumun düşünce yapısına nüfuz etmiş durumdadır? Kadının yazgısını değiştirmek için yola çıkan kuruluşlar amaçlarına ulaşamıyor, kadının yazgısı değişmiyor. Ayrıca hikâyenin yazıldığı dönemde törenin cezalarda hafifletici neden olduğunu da göz önünde bulundurmak gerekir.

***

Samancı’nın Perili Kent öyküsündeki ötekileştirme ise Kürt ailesine karşı hem kendi köylerinde hem de Nevşehirli vatandaşlar tarafından yapılır. Rojîn'deki ötekileştirme sınıfsal farklılık üzerindenken Perili Kent'te kimlik ve siyasi görüş üzerindendir. Bunun en çarpıcı örneği Emeti Dudu'nun öyküdeki anlatıcıya “Le mi gı essahtan Kürd müsün?” (s. 80) sorusudur. Tabii ki aynı çevrede “He ya, ossun onlar da bir insan!” diye olaya hümanist yaklaşan kişiler de mevcuttur fakat bunların azınlıkta veyahut “taze gelin” tiplemesi olmaları dolayısıyla ciddiye alınacak bir güçleri yoktur. Kürt ailesi Nevşehir'de “ötekilik” konumunu öykünün sonuna değin korumaktadır. Daha doğrusu çevre tarafından kabul edilmemekte, hatta her davranışları eleştirilmektedir. Örneğin namaz kılarken Sünni mezhebinin Şafii yan mezhebinden olmalarına “Tövbe tövbe, cavur...” (s. 80) eleştirisi getirilir. Belki de onlara gâvur denmesinin sebebi, aynı dinin farklı mezheplerine mensup olmaları değil de Kürt olmalarıdır. Güneydoğu'daki sosyo-ekonomik sorunsalın yanı sıra kimlik sorununun kaynağında ise, Türk ve Müslüman çoğunluğun geri kalan diğerlerini dışlaması ve onların kendilerini ezik hissetmelerine yol açması vardır, çünkü kendi kimlikleri kabul görmez.

Anlatıcının kendi Türkçesini düzeltmek için yoğun çaba göstermesi ve annesinin Nevşehir şivesine dilini döndürmeye çalışması göz ardı edilecek çoklu kültürlü eylemler değildir. Bu iki genç nesil, babaannenin tersine içinde yaşadıkları topluma uyum sağlamaya çalışmakta ve kendilerini kabul ettirme çabası göstermektedirler. Çünkü farkındadırlar ki eğer bunları yapmazlarsa, her zaman “öteki” olarak kalacaklardır, tıpkı babaanne gibi. O karşı tepki gösterir ve Nevşehirlilerde kusur bulma yoluna gider. Karşımıza çift taraflı bir ötekileştirme çıkar burada.

Son olarak anlatıcının babasının “Kendini eğitmeni ve çok güçlü olmanı istiyorum” (s.81) cümlesi herhalde ötekileşme mağduru olmama yolundaki en önemli mesajı vermektedir.

Kaynakça

Samancı, Suzan. “Rojîn” ve “Perili Kent.” Suskunun Gölgesinde. İstanbul: İletişim Yayınları, 2001.


15 views

Recent Posts

See All
bottom of page