Ayşe: Rahat ve huzur içinde yaşayan
Merhaba, ben Ayşe Öğretmen. Eskişehir’in Odunpazarı’nda otururduk. Cumhuriyet’in ilk kadın öğretmenlerindenim. İşimi çok sevdim. Çok öğrenci okuttum, mezun ettim. Rol modeli oldum birçoklarına.
1902’de Eskişehir’de doğdum. Adaşım olan teyzem büyüttü beni. Okuma yazma öğretti. Öğretmen olarak çalışmaya başlayınca Muhittin’le tanıştım. Müfettişlik yapıyordu. Uzatmalı bir nişanlısı vardı ama onun yerine benimle evlendi. 1920’lerde üç oğlumuz oldu: Ömer, Hilmi ve Gültekin.
Sene 1936 olmalı. Muhittin Rusya’yadaki okulları incelemeye gönderilmişti. Bize yolladığı kartta, oğullarımızı öperken, ikinci bir dil bilmenin hayatta ne kadar önemli olduğunu yazıyordu. Üç oğlumuzu da Batı dilleri öğretmeni yapmaya karar verdik: sırasıyla Fransızca, İngilizce ve Almanca. Ülkemize faydalı bir genç nesil yetiştirmek bizim en birincil görevimizdi. Ömer ile Gültekin söz dinlediler ama Hilmi avukat olmayı tercih etti. Tüm çocuklarımla tabii ki gurur duyuyordum.
Hilmi’nin ilk kızının adını ben koydum. Vildan olsun dedim. Küçük Vildan’ın yeri benim için özel oldu.
Daha sonra Gültekin öğretmenlik yapmaya Almanya’ya gitti. Büyük oğlum Ömer ölünce acısına dayanamayıp hastalandım. Başucumda aylarca Hilmi durdu. 1968’de vefat ettim.
Benden başka ailemde iki oğlum, iki torunum ve bir torun çocuğum da öğretmenlik yapmayı seçti. Ne mutlu bana ki onlara da yol gösterebildim.
Ayşe: The one who lives in comfort and peace
Hello, I’m Ayşe Teacher. We were used to live in Odunpazarı in Eskisehir. I’m one of the first female teachers of the Republic. I loved my job very much. I’ve taught a lot of students and saw them graduate. I’ve become a role model for many.
I was born in 1902 in Eskişehir. My aunt, with whom I share the same name, brought me up. She taught me how to read and write. I met Muhittin when I started working. He was a school inspector. He had a prolonged fiancé, but instead of her he married me. We had three sons in the 1920’s: Ömer, Hilmi and Gültekin.
It must be 1936. Muhittin was sent to Russia to observe the schools. On the card he sent us, while kissing our sons, he had written the importance of speaking a second language in life. We decided to make each of our sons a teacher of Western languages: French, English and German, respectively. It was our primary duty to educate a rewarding young generation for our country. Ömer and Gültekin listened to our advice, but Hilmi chose to be a lawyer. Of course, I was proud of all of my children.
I named Hilmi's first daughter: Vildan. Little Vildan had a special place for me.
Later Gültekin went to Germany as a teacher. When my older son Ömer died, I couldn’t stand his loss and became ill. Hilmi waited at my bedside for months. I died in 1968.
Apart from me, my two sons, two grandchildren and a great-grandchild chose to become teachers in my family. What happiness it is that I could also guide them.