Son zamanlarda kimlik politikaları öyle çekici geliyor ki anlatamam! Belki de medya, toplumdaki farklı kimliklere sahip grupları ve bunların faaliyetlerini gözümüze soktuğu için olguları çoğunluğun yaptığı üzere kanıksamak yerine sorgulamayı tercih ediyorumdur. Düşününce elimizde o kadar çok farklılaştırılmış topluluk var ki bunları saymaya kalksak mutlaka birilerini eksik bırakmaktan korkulur. Genel olarak etnik köken, dini mezhep ve cinsel tercih bakımından çok kültürlü bir ülkede yaşadığımızı söyleyebiliriz. Çoğunluğun mensup olduğu Türk Sünni heteroseksüel toplum yapısı ise ufak ayrışmaları kaldıramayacak kadar katı bir düzene sahip. Zaten sorun da bu katılıktan, hoşgörü eksikliğinden kaynaklanıyor ya. Farklı olanın düşüncesine ve tercihine saygı duyup birlikte huzur içinde yaşamak varken kendi kültüründen olmayanı ötekileştirmek ve bunun bir adım ötesi olan düşmanlaştırmaya kadar varan çok rahatsız bir durum içindeyiz.
Ataerkil toplum yapısından başlayalım. Türk toplumunda erkekliğin iktidar sahibi olmaya eşit olduğunu düşünürsek, sahip olunan bu iktidar alanında neler var diye sormak gerekir: milliyet, din ve cinsel kimlikler. Toplum kendi değerlerine sahip çıkmak ve kendini bunlar üzerinden tanımlamak adına kendisi gibi olmayan farklı kültürleri ötekileştirme yolunu seçer. Bu sadece Türkiye için geçerli değil. Birçok millet bunu uygulamıştır. Normları oluştururken algılarda bir oynama yapılması şarttır çünkü ancak bu şekilde meşru bir "benlik" bilinci oluşturabilir. Bunda yanlışlık nerede diyeceksiniz. Başlangıç seviyesindeki bir milletin kendini korumak adına muhafazakâr eğilimi, uzun yıllar sonra bu yapı kemikleşince ve farklı kültürlerin bir arada yaşaması gerektiğinde bir soruna dönüşebilir. Yazılı ve yazısız kodlarla kurulan bu yapı içindeki bireyler, ötekileştirilmiş gruplar ile iletişim kurmak için bir çaba göstermez ve ayrımcılık baş gösterir. Buna göre de öteki olarak algılanan kişi veya topluluk sessizleşmeye, hakkını arayamamaya başlar. Psikolojik açıdan bakınca bu bir sindirme politikasıdır diyebiliriz.
Erkeklik miti ile iktidar arasındaki ilişki değinilmesi gereken esas noktadır. Erkeklik siyasi bir iktidar sorunudur. Burada erkekliği cinsiyet bakımından değil ama toplumsal cinsiyet açısından ele aldığımı belirtmek isterim. Çünkü toplumsal cinsiyet kavramı bireyin doğuştan getirdiği bir özellik değil, daha sonra toplum tarafından kendisine yüklenen bir kimlik özelliğidir. Sonuçta bir kalıptan başka bir şey değildir. Tayfun Atay'ın Çin İşi Japon İşi kitabında deniliyor ki, "'Erkeklik' en çok erkeği ezer." Erkekten şöyle ya da böyle davranması beklenir ve bu da erkek üzerinde bir baskı yaratır. Tıpkı kadınlar kendilerini nasıl baskı altında hissediyorsa, erkekler de kendilerine tanımlanan erkeklik rolüne uygun davranmak için çabalamakta ve kendilerini güçsüz göstermekten kaçınmaktadırlar. Burada sorulması gereken soru, erkekler kendilerine dayatılan sert ve güçlü rolü benimsemek zorunda mıdır? "Erkekler ağlamaz," "Erkek adamın canı yanmaz," "Sen ne biçim erkeksin?!" eleştirileri, erkekleri duygusuz varlıklar olarak maskeyle gezmeye ve bu bastırılmış duyguları "öteki"lere karşı şiddet içeren söz ve davranışlara dönüştürmeye itekler. Hartmann ataerkilliği şöyle tanımlar: "maddi bir temeli olan, erkekler arasında karşılıklı bağımlılık ve dayanışmayı oluşturarak onların kadınlar üzerinde egemen olmasını sağlayan sosyal ilişkiler bütünü." Tabii ataerkilliğin doğru düzgün işlemesi için homofobi başlıca öğedir. Erkeklerin kendi erkeklik mitleri ve iktidar ile yüzleşmeleri belki de "öteki"ye karşı olan tutumu olumlu şekilde etkileyecektir. Farklı milliyet ve din temalarını bir kenara koyarsak, böylece baskılananların merkezindeki kadınların ve homofobinin kurbanları diyebileceğimiz lezbiyen, gay, biseksüel ve trans (LGBT) bireylerin eşitlik temelinde düşmanlaştırılmadan özgürleşmesi ve kendilerini ifade etme haklarının ihlal edilmemesi gerçekleşebilecektir. Bu konuda umutlu olmakta fayda var.
Erkekler daha iyi ve özgür bireylere dönüşebilir, farklılıklara daha toleranslı yaklaşabilirler. "Öteki"leri dışlayan, baskılayan ve sessizleştiren iktidar sahibi erkekler, farkında değildirler ki kendi kendilerini de aynı şekilde baskılamakta ve belli bir konuma oturtmaya çalışmaktadırlar. İşte tam da bu yüzden özgür değillerdir ya! Kendi öznelliklerini serbest bırakmak yerine "Erkek adam dediğin ?" kalıbına uymaya çalışırlar. Bu noktada hemen Kızıltuğ diyor ki, "kişinin hem başkasına uyguladığı iktidarı fark etmesi hem de bunu reddetmeyi öğrenmesi zordur." İktidarı bilinçlice yitirmeyi seçmek zor da olsa kanımca denenmesi gereken bir varlık hâlidir. Egemen erkek iktidardan çekildiği veya bunu paylaşmaya sıcak baktığı anda zayıf veya güçsüz olmakla itham edilecek olmaktan, yani bir bakıma kadınlarla eşit seviyeye "ineceği"nden korkmaktadır. Bir erkek "Ben ne kadınlara ne de LGBT bireylere herhangi bir şiddet uygulamıyorum" bile dahi aktif olarak şiddeti kınayıcı sözlerde bulunmadığı takdirde erkek egemen iktidara ortak olmaya devam etmektedir. Çünkü sessiz kalmak, duyarsız kalmakla eşdeğerdir. Bu söylediklerimin pasif bireylere bir çağrı olduğu düşünülmesin sakın. Sadece karşımdakini bilinçlendirmeye çalışıyorum. Hoş, belki de değindiğim konu sinek vızıltısı olarak kalıyordur. Sadece benim için önemli olduğunu vurgulamak istedim.
Egemen erkekliği sorunsallaştırmak ve erkeklerin kendilerini dönüştürmeye çabalamaları, toplumdaki farklı kesimleri ötekileştirmemek adına atılacak önemli bir adımdır. Bunun için çalışan kuruluşlar mevcut: Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi (BEDİ) ve Rahatsız Erkekler iktidarı ve kendini eleştiren erkek hareketlerine örnektir. BEDİ, İtalyan sanatçı Pippa Bacca'nın 2008'de tecavüz edilerek öldürülmesinin üzerine buna karşı birleşen anarşist, anti-otoriter, sol ve muhalif erkek ve kadınlardan oluşan bir harekettir. Nisan 2008'de bloglarında yayınladıkları bildiride tecavüze, namus-töre bekçiliğine, insan öldürmeye, homofobiye ve kadınları baskılamaya karşı çıkarak bunları yapmak erkeklikse "Biz Erkek Değiliz!" söylemini benimsemişlerdir. Rahatsız Erkekler ise erkek egemen toplumu, kadınlar için sokakların ve gecelerin neden güvensiz olduğunu sorgulayarak işe başlıyor. Günlük hayatta cinsiyet ayrımcılığından, kadına yönelik taciz, tecavüz ve şiddetten rahatsız olduklarını dile getiriyorlar. Herhalde Fowler'ın sözleri, Rahatsız Erkekler'in içinde bulunduğu manevi durumu özetlemek için birebir: "Erkek olabiliriz ama canımız yanıyor ve içerden ölüyoruz!" Şiddeti üreten ataerkil düzenin bir parçası olmadıklarını, "erkek" rolünü kabul etmediklerini seslerini çıkararak ilan etme çabasındalar. Böylelikle toplum, erkeklerin de aslında kendi içlerinde tek tip olmadığını, başka başka erkeklik tanımlarının da mevcut olduğunu daha iyi kavrayabilir. Sonuçta tüm dünyanın özgürleşmesinin yolu, ötekileştirmeyen ve kendisini özgür bırakmış erkeklerin bilinçlenmesinden geçmektedir.
Kaynakça:
Atay, Tayfun. Çin İşi Japon İşi.
Biz Erkek Değiliz İnisiyatifi. Birinci Bildiri. 19 Nisan 2008. <http://www.bizerkekdegilizinsiyatifi.blogspot.com/>. Erişim tarihi: 3 Mart 2013.
Büyükaşık, Erinç. Memleketin "Ötekileştirme" Halleri-Kimlikler ve Aidiyetler. 15 Şubat 2013. . Erişim tarihi: 1 Mart 2013.
Demirdağ, Erdal. Erkeklerle Erkekliği Konuşamamak. 9 Mart 2012. . Erişim tarihi: 3 Mart 2013.
Fowler, John. Erkek değil miyiz? 21 Kasım 2011. <http://cevirieylem.tumblr.com/>. Erişim tarihi: 1 Mart 2013.
Hartmann, Heidi. Marksizmle Feminizmin Mutsuz Evliliği. İstanbul: Agora Kitaplığı, 2006.
Kandok, Halil. 3 Mart 2013. Heteroseksizmden etkilenmemiş bir transseksüellik mümkün müdür? <http://blog.radikal.com.tr/Blog/halil-kandok>. Erişim tarihi: 3 Mart 2013.
Kızıltuğ, Kürşad. İçimizdeki patriyarkaya karşı. 6 Aralık 2012. Erişim tarihi: 1 Mart 2013. .
Karga Nisan 2013 sayısında bulabilirsiniz.